Irvin Yalom’um 'Schopenhauer Tedavisi' Kitabının Detaylı Analizi
Psikiyatrist kimliğini edebi ustalıkla birleştiren nadir yazarlardan biridir Irvin Yalom.
Merhaba herkese,
Umuyorum ki herkes olduğu yerde sağlıklı ve güvendedir. Ülke gündeminin kalp atışlarımızı sık sık hızlandıran gelişmelerini yakından takip ederken, bu yoğun bilgi ve olay akışı içerisinde bize iyi geleni bulabilmenin ve iyi gelene alan açmanın çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. İdeolojilerimizden bağımsız olarak hepimizin adaletin sağlanması ve haklı ile haksızın ortaya çıkmasını istediğine de eminim..
Irvin Yalom’um Schopenhauer Tedavisi kitabı okumanız nasıl gidiyor. Tek bir konuya sıkışık kalmamak için kurmacalar ve kitaplar her zaman destek olur bize. En azından bana tiyatroya gitmek, kurmacalar dünyasına teslim olmak, sık sık sinemaya gitmek ve arkadaşlarımla buluşmak çok iyi geliyor.
🙌🏻 9 Mayıs 2025 Günü Saat 21:00’de kitabın detayına ineceğimiz canlı buluşmamızda Çağdaş psikanalitik Kuramlar dersi öğretmenim Fatih Dane kitabı konuşmak ve sorularınız cevaplaak için konuğumuz olacak. Yayına katılma bağlantısını yayın günü mail olarak ileteceğim.
Peki şimdi Nisan ayı boyunca okuduğumuz Shopenhauer Tedavisi kitabına dönelim.
“Net olarak hissettiğim bir şey var ki o da hayatınızın sizi yaşamasına izin vermemenizin önemli olduğu. Aksi takdirde kırk yaşına geldiğinizde gerçekten yaşamadığınızı hissedersiniz. Ben ne öğrendim? Belki de şimdi yaşamayı, böylece ellimde kırklı yaşlarıma pişmanlıkla bakmayacağımı.” Irvin Yalom
Psikolojiye ve terapist olmaya dair merakım beni tekrar üniversiteye dönmeye ve bu alanda bir uzman olma yolunda ilerlemeye kadar götürdü. Çünkü ilişkilerde büyüdüğümü gerçeğini tüm hücrelerimle biliyorum ve psikoloji de ilişkileri anlamanın ve böyle büyümenin kilit taşını sunuyor bana.
Birbirini tanımayan iki insanı bir odaya giriyor ve birinden diğerinin sorunlarını çözmesini bekliyoruz. Hayatta karşımıza çıkabilecek en ilginç ve doğru buluşmalarda da en işe yarayan deneyimlerden biri değil mi terapi seansları? tanımadığınız birine içinizi dökmek onunla kendinizi ve sorunlarınızı çözmek ve görmezden geldiğiniz bazı gerçekleri kabullenmeyi başarmak hatta bir ilerleme kaydetmek hatta hatta meselenin üstesinden gelmek kişiye büyük büyümeler sağlıyor.
Sopenhauer Tedavisi kitabında bu sihri, hep ilgi duyduğum ama henüz içime sinen grubu bulamadığım için devam ettiremediğim grup terapi seansları üzerinden deneyimliyoruz. Irvin D. Yalom, psikiyatrist kimliğini edebi ustalıkla birleştiren nadir yazarlardan biri. “Schopenhauer Tedavisi”, onun bu eşsiz yaklaşımının önemli bir örneği. Romanda, varoluşçu psikoterapi ile Arthur Schopenhauer’in karamsar felsefesi iç içe geçirilerek, okura insan ruhunun derinliklerine dair hem bilimsel hem de edebi bir keşif sunuluyor.Kitabı konuşurken üç ana konuyu da derinlemesine konuşalım istiyorum. Irvin Yalom ve Arthur Schopenhauer kimdir? Grup Terapisi nedir? Kitapta Yalom sayesinde Schopenhauer’in hayatına yakından bakma fırsatı yakalıyoruz zaten o nedenle Irvin Yalom ile başlamak istiyorum.
Irvin Yalom Kimdir?
Irvin D. Yalom, Stanford Üniversitesi'nde psikiyatri profesörü olan Amerikalı bir varoluşçu psikiyatristtir ve aynı zamanda hem kurgu hem de kurgu dışı eserlerin yazarıdır.
Irvin D. Yalom Washington D.C.’de, I. Dünya Savaşı sonrası, Rusya’dan (Polonya sınırındaki Celtz köyünden) göç eden bir ailenin çocuğu olarak doğmuş. Hayatını şekillendiren en büyük etkilerden bir tanesi ise yoksul, siyahların çoğunlukta yaşadığı bir mahallede, ailesinin bakkal dükkânının üstündeki küçük bir apartman dairesinde büyümesi bana göre. Zorlu sokak yaşamından kitaplara sığındığı ve sık sık bisikletle kütüphaneye gittiği için erken yaşlarda yoğun bir okuma alışkanlığı geliştirmiş. Biyografi kitaplarıyla başlayan okuma tutkusu, onu felsefeye ve edebiyata yönlendirdi. Çok küçük yaşından itibaren roman yazmanın insanın yapabileceği en güzel şey olduğuna inandı. O dönem genç erkekler için sınırlı görülen meslek seçenekleri arasında o, psikiyatriyi seçti, çünkü bu alan ona Tolstoy ve Dostoyevski’nin dünyasına daha yakın geldi.
Yalom, psikoterapide her danışanın farklı bir hikâyeye sahip olduğunu ve bu nedenle her biri için özel bir terapi şekli oluşturulması gerektiğini savunur. Zamanla, bireye özel yaklaşımının, günümüzdeki ekonomik odaklı, kısa süreli ve protokole dayalı terapilerden uzaklaştığını ifade eder.
Yalom’un 2019 yılında ölen ilk eşi Marilyn Yalom da başarılı bir akademisyen ve yazardı. Beraber dört çocukları ve birçok torunları vardır. 2024 yılında yani 92 yaşındayken kendi gibi bir psikolog olan ve aynı zamanda aile dizimi uygulayıcısı da olan Sakino Sternberg Yalom ile evlendi. Sakin On Sunday başlığı altında Youtube’ta konuşmalar yapıyor Sakino’yu ben de meraklı bir okuyucu olarak dinliyorum. Ne yazık ki 2. eşinin Amerika vizesi olmadığı ve Green Card’ı da henüz çıkmadığı için 1 yıldır ayrı ülkelerde yaşıyorlar. 80 lerinin ve 90 larının başındaki bu yeni çifti ayrı ülkelerde ilişki sürdürmesi kalbime dokunuyor. Dilerim en kısa zamanda kavuşurlar.
“Aslında bizim pratik, gerçek yaşamımız, tutkular tarafından yönlendirilmediği sürece can sıkıcı ve yavandır; onu tutkular yönlendirdiğinde ise çok geçmeden acı vermeye başlar: Bu yüzden yalnızca, istençlerinin hizmeti için gereken ölçünün üstünde herhangi bir zekâ fazlalığına sahip olanlar mutludurlar.”Arthur Schopenhauer
Arthur Schopenhauer Kimdir?
Schopenhauer’in hayatına dair bir çok detaya kitapta rastlıyoruz. Erken yaşta ölen babası, babası öldükten sonra Goethe ile yakın dostluk kuran bir kitabevi açan ve kendisiyle görüşmeyen annesi ve ilişkilerinin zayıf olduğu kardeşiyle ilgili detaylara akıcı bir dille değiniyor Yalom.
Schopenhauer’un irade, mutluluk ve bireysel kurtuluş üzerine gözlemlerinin yaşama dair temel sorularımıza pratik bir yaklaşım getirebileceğini düşünüyorum.
1788 - 1860 yılları arasında yaşayan Alman filozof Arthur Schopenhauer, kötümser bir filozof olmasıyla ünlüdür. Hıristiyanlığı sevmez; Hinduizm ve Budizm gibi Vedik kültürden türeyen inanç sistemlerine sempati duyar. Bu yüzden odasında Kant büstünün yanı sıra bir de Buda heykeli yer alır. Onun Hint düşüncesine olan ilgisinin kurmaya çalıştığı metafizik sistem ile kökenden ilişkisi vardır.
Schopenhauer’in genç yaşta Immanuel Kant’ın felsefesiyle derin bir ilişki kurduğunu; ancak Kant’ı birebir takip etmek yerine onun epistemolojisini Hindistan ve Uzak Doğu mistisizmiyle harmanladığını kitaptaki aktarıma eklemeliyim. Böylece Batı’nın klasik “akıl rehberliğinde aydınlanma” ideallerini yerle bir ederek daha varoluşsal bir dünya görüşü sundu.
Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, sistematik bir felsefi metin değil; Schopenhauer’ın hayat ve insan doğasına dair kişisel gözlemlerini, ahlaktan ziyade pragmatik bir temele dayandırarak hazırladığı bir rehber. niteliğinde. Öyle ki, burada Schopenhauer’ı neredeyse bir tür yaşam koçu olarak görebiliriz, tabii onun kadar karamsar bir koç arıyorsanız…
Tolstoy, Schopenhauer için "insanlar arasinda eşi olmayan bir dâhi" diyordu. Richard Wagner'a göre o, "Cennetten gönderilen bir armağandı." Nietzsche, Leipzig'deki ikinci el kitap satan bir dükkândan eski püskü bir Schopenhauer kitabı aldiktan ve kendi ifadesiyle "o dinamik, kederli dâhinin zihni üzerinde çalıştıktan " sonra hayatının bir daha asla aynı olmadığını söylemistir. Schopenhauer, Batı dünyasının entelektüel haritasını sonsuza dek değiştirmiştir. O olmasaydı çok daha zayif birer Freud, Nietzsche, Hardy, Wittgenstein, Beckel, Ibsen ve Conrad'ımız olurdu.
Grup Terapisi de ne ola ki ?
Irvin Yalom’un bu konuda yazdığı çok önemli bir kitabı var. Grup terapisi, benzer sorunlar yaşayan bireylerin bir araya gelerek, profesyonel bir terapist eşliğinde duygu, düşünce ve deneyimlerini paylaştıkları bir psikoterapi yöntemi. Grup terapisi sayesinde, bireyler yalnız olmadıklarını fark edip, sosyal destek bularak, kendi sorunlarına farklı bakış açıları geliştirebiliyorlar.
Genellikle sayısı 5–12 kişi arasında değişen katılımcılarla, seansı yöneten eğitimli bir psikolog veya psikoterapist sayesinde kişisel gelişim, duygusal iyileşme, sosyal becerilerin güçlendirilmesi ve sorunlarla baş etme yollarının öğrenilir. Seanslar haftalık olarak belirli bir süre devam eder (örneğin 8 hafta ya da açık uçlu). ve Grup üyeleri, grup içinde paylaşılanların dışarı taşınmaması konusunda anlaşma yapar.
Grup Terapisinde, depresyon, kaygı bozuklukları, yas süreci, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), bağımlılıklar, öfke kontrolü, ilişki sorunları, düşük özsaygı ve sosyal çekingenlik gibi konular çalışılabilir ve grup terapisinin faydaları arasında empati kurma becerisini artırmasından, sosyal destek sağlamasından, kendini ifade etme ve dinlenme deneyimini güçlendirmesinden, başkalarının sorunlarını dinleyerek farkındalık kazandırmasından, kendi davranışlarının başkaları üzerindeki etkilerini görme fırsatı sunmasından bahsedebiliriz. Kitapta da bu ve benzeri etkilerini bol bol okumuş olduk.
Kitabın Analizi
Kitabın konusunu ve neden bahsettiğine ve analizine gelecek olursak: Schopenhauer Tedavisi'nde Yalom, bir Schopenhauer klonu olan çağdaş bir filozofun, sanki kendi terapi gruplarından birine girdiğini hayal ediyor kitapta. Yalnız ve geçmişte anlamsız cinsel maceralara bağımlı olan Philip adlı bu hastanın bir felsefi danışman, Schopenhauer'in fikirlerini kullanarak başkalarını iyileştiren bir tür terapist olma umudu var. Irvin Yalom, kendi alter egosu olan terapist Julius kılığında, Philip'i kendi terapi grubuna girmeye ikna edince, bu mesafeli ve duygusuz adam, Julius'u yani Yalom’un kitaptaki karşılığı terapisti çok şaşırtan bir biçimde, kendi (Schopenhauer'in) felsefi fikirleriyle diğer grup üyelerinin ilgisini çekmeye başlar. Kısa süre içinde, çok farklı terapi yaklaşımları kullanan Julius ve Philip, sanki grup üyelerinin kalplerini ve zihinlerini kazanma yarışına girerler.
Bu eseri vesilesiyle Yalom psikoterapi ile felsefe arasındaki diyaloğu kurmaca yoluyla keşfetmek istemiş sanki ve aslında daha önce hiç gerçekleşmemiş ve çok arzuladığı bir karşılaşmayı kendisi ve Schopenhauer’i zihninde konuşturarak mümkün kılmış. Yalom’un bir terapist olasına rağmen kurmacalar konusunda bu kadar iyi olmasının nedeni ise edebiyat Profesörü bir eşi olması, edebiyata ve felsefeye çok düşkün olması ve çocukluğundan beri çok fazla okuyor olması anladığım kadarıyla.
Bu kitap sayesinde daha yakından tanıma şansı yakaladım karamsarlığın ve insansevmezliğin filozofu olan Arthur Schopenhauer’i ve çok merak ettim acaba Yalom'un iyileşmeye yaklaşımı hakkında ne derdi kendisi?
Romanda, kendisine yakın zamanda ölümcül kanser teşhisi konan grup terapisini yöneten bir terapist pozisyonunda olan Julius (Yalom ‘a ses olan karakter) aynı zamanda kendi ölümüyle de yüzleşmektedir:
“Julius yaşam ve ölüme dair vaazları diğer herkes kadar iyi biliyordu. "Doğar doğmaz ölmeye başlarız" diyen Stoacılarla ve "Ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum. O halde neden korkayım ölümden?" diye alış yürüten Epikuros'la ayni fikirdeydi. Bir hekim ve psikiyatr olarak bu tesellilerin aynısını ölmekte olanların kulaklarına fısıldamıştı”
Peki gerçek bir insanın ölümle yüzleşmesi ne demektir? Sorusunu kitap boyunca sık sık sorduğumu fark ettim. Julius’un her günü dolu dolu ve anlamlı yaşayabilmesi nasıl mümkün olur? Elbette yaşayabilir. Peki bunu nasıl yapabilir? Julius un, ona en çok güç verdiğini hissettiği şey bu grupla yaptığı çalışmadır. Philip için de dönüşüme açılan kapı ve büyük bir imtihandır aslında bu grup. Schopenhauer gibi Philip de kendisini, bağlanmaların hayatın kaçınılmaz acılarını artırdığını ögreten bir terk etme felsefesiyle zırhlandırılmış. Kendine yetmek ve "şu sonu gelmez arzular döngüsünün" dışına çıkmak onun panzehiri olmuş.
Yalom, grup önünde Philip'e şunları söyletir:
"Kişinin bağlandığı ne kadar çok sey varsa hayat o kadar yük haline gelir ve kişi bağlandığı o seylerden ayrıldığında o kadar da acı çeker. Hem Schopenhauer'e hem Budizm'e göre kişi kendisini bağlardan kurtarmalıdır..."
Julius da buna söyle cevap verir:
"Ben bunun tersini düşünüyorum. Bağların, hem de bir sürü bağın varlığı, dolu bir yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur ve acı beklentisi nedeniyle bağlanmaktan kaçınmak, ancak yarı hayatta olmanın şaşmaz bir reçetesidir."
Schopenhauer Tedavisinde Yalom, Schopenhauer'in bir psiko-biyografisini aralara serpiştirerek, onun karamsarlığının ve mizantropisinin köklerini bulmaya çalışmış. Schopenhauer yalnız bir hayat yaşamış bir filozoftur . En ünlü meselesinde insanı, yeterince ısınmak ve donmaktan kurtulmak için birbirine sokulan ama sonra dikenleri birbirine batınca ayrılan iki kirpi olarak betimler. Schopenhauer sıcaklığı içten üretmeye ve onu kimseye vermeyip kimseden de almamaya gayret etmiş ve yaşamı sonsuz bir isteme, tatmin, sıkılma ve yeniden isteme döngüsü olarak görmüş. “Arzular durmadan başımıza bela olur ve tatmin edilemez.” İlkesi üzerinden aktarmış tüm düşündüklerini.
Romanda, kompülsif cinsel arzuyla eziyet çeken Philip bir yaşam biçimi olarak Schopenhauer' in çözümünü benimsemesi okuma boyunca merak uyandırdı bende.
"Schopenhauer, irade çarkında sonsuza dek dönmeye mahkûm olduğumuzun farkına varmamı sağladı. Bir şeyi arzularız, onu elde ederiz, kısa bir doygunluk anı yaşarız, onun ardından hemen sıkılma ve hiç şaşmaz bir şekilde bir sonraki 'istiyorum' gelir. Arzuyu tatmin etmek bir çıkış yolu değildir; tamamen çarkın dışına atlamak gerekir. iste Schopenhauer' in yaptığı ve benim yaptığım da bu."
Sonra diğer grup üyelerinden biri Philip'e, çarktan tamamen atlayıp çıkmanın ne anlama geldigini sorar. Bana göre kitabın en can alıcı bölümlerinden biridir bu kısım.
"İstemekten tamamen kaçmak demektir. En derinimizde yatan tabiatimizin tatmin olmaz bir arayış olduğunu, bu çilenin başlangıçtan itibaren içimize programlanmış olduğunu ve kendi doğamızla lanetlenmiş olduğumuzu tamamen kabul etmek demektir. ilk olarak bu illüzyon dünyasının özünde bir hiç olduğunu anlamalı, sonra iradeyi inkâr etmenin bir yolunu bulmaya koyulmalıyız demektir. Tüm büyük sanatçıların yaptığı gibi platonik fikirlerin saf dünyasında yaşamayı amaçlamalıyız. Kimileri sanatla yapar bunu, kimileri dinsel filecilikle. Schopenhauer bunu arzunun dünyasından kaçarak, tarihteki büyük akıllarla yarenlik ederek ve estetik düşünceye dalarak -her sabah bir iki saat flüt çalardı- yaptı. Kişi eylemci olduğu gibi gözlemci de olmalı demektir bu. Doğanın her yerinde var olan, her insanin bireysel varoluşunda tezahür eden ve birey artik fiziksel bir bütünlük olarak var olmadığında o gücü en nihayetinde geri alacak olan yaşam gücünü tanımalıdır.”
Julius bir yandan kendi ölüm korkusunu kabullenmenin bir yolunu bulurken, diğer yandan grup üyelerinin yardımıyla Philip/Schopenhauer'ı, insan ilişkilerinin hayatta anlam için önemi konusunda ikna etmelidir. Üstelik bunu, tarihteki Schopenhauer'e kimsenin yapamadığı bir şeyi yaparak, onun ilgisini çekerek yapmalılardır.
Hem gruptaki karakterler hem Julius ve Philip arasında geçen konuşmalarda ölümlülük, çaresizlik ve yakınlaşmanın zorlukları gibi temalar yer alır ve karakterler Schopenhauer'in bu konulardaki fikirlerini tartışır. Schopenhauer, bir insanın herhangi bir mezarlığa gidip mezar taşlarına eliyle vurarak orada ikamet eden ruhlara bir daha yaşamak isteyip istemediklerini sorması halinde tüm ruhların bunu şiddetle reddedeceğine inanıyordu. Philip cinsel saplantısından Schopenhauer okuyarak kurtulmuş olsa da grubun görevi, romandaki karakterlerden birinin deyişiyle, onu Schopenhauer tedavisinden kurtarmaktır.
Bundan sonra roman, Schopenhauer' ın yaşamı inkâr eden, yaşamın acı çekmek olduğunu savunan felsefesi ile Nietzsche'nin yaşamı olumlayan, Yalom'un kuvvetle desteklediği amor-fati görüşü arasında bir tartışma halini alır. Fakat Yalom aynı zamanda Schopenhauer' ın pek çok yönüne hayrandır ve onun (Nietzsche'yle birlikte) Freud üzerinde büyük bir etkisi olduğunu düşünür.
Philip dünyevi bağlara direnir ama Julius’u örnek alan grup, onu aralarına dâhil etmek için muazzam bir çaba gösterir. Grup, Philip'in insan ilişkilerinin değerini ögrenmesini sağlarken Yalom da terapist okurlarına grup terapisinin nasıl yapılacağını öğretir. Philip sevgisiz bir hayat yaşamıştır ama "Yalom tedavisinde", tam da Julius'un (korkmadığı) ölümüyle grup dağılırken insani, şefkatli bir dokunusun sıcaklığını tecrübe eder. O nedenle kitabın adı aslında çift anlamlı: "Schopenhauer Tedavisi" hem Schopenhauer' in sunduğu tedavi hem de Schopenhauer' ın muhtaç olduğu tedavi anlamına geliyor.
Bu romanın ilk adımları, Nietzsche ve Schopenhauer'un aynı verilerden, insanlık durumuyla ilgili aynı gözlemlerden yola çıktığını Yalom'un fark etmesiyle atılmıştır. Fakat iki filozofun cevapları birbirine zıttır; Nietzsche yaşamı kucaklarken Schopenhauer onu olumsuzlamaktadır. Yalom'a göre bu yol ayrılığının nedeni Schopenhauer'in (Yalom'un romanın içine serpiştirdiği psiko-biyografik bölümlerde keşfettiği) ciddi kişilik bozukluğunda yatmaktadır.
Yalom'un 3 kadın karakterini fazlasıyla karikatürize etmesi açıkçası beni hayli hayal kırıklığına uğrattı. Biri o kadar güzel ki, içsel karakterini inşa edememiş ve güzelliği onu terk ettiği için yoksun. Diğeri, Pam, erkeklere karşı öfkeli ve her etkileşimini öfkesiyle kirletiyor, tesadüfen o da bir entelektüel ve güzel. Üçüncüsü ise rüküş ve kendisini görünmez hissettirdikleri için güzel kadınlara kızgın.
Yalom, Julius'un terapisiyle öfkesinden kurtulmayı başaramayan Pam'in Vipassana meditasyonunu keşfetmesine odaklanıyor. Yalom Pam'i Hindistan'da bir inzivaya gönderiyor. Bu vesileyle Yalom'un hem meditasyon tekniğine hem de Hint halkına karşı önyargılarını okumak da beni hayal kırıklığına uğrattı. Pam, Budist inançları ile meditasyon uygulaması arasındaki etkileşimden hoşlanmıyor. Yalom, Pam'in tekniği reddetmesini sağlıyor ve kitabın ilerleyen bölümlerinde kişinin kendini bağlılıklarından kurtarmasına yönelik Budist yaklaşımı da reddediyor. Kitabın sonlarında Yalom bir karaktere bazı Budistler tarafından benimsenen sevgi dolu nezaket yaklaşımından bahsettiriyor. Bu yaklaşımdan geçerken bahsediliyor ve tartışılmıyor. Bunun kitaba editoryal bir yoruma yanıt olarak eklendiğinden şüpheleniyorum ancak Yalom'un bu kavramı ve insanların sevgi dolu nezaket yoluyla sakinlik ve şifa bulup bulamayacağını keşfetme gündemine uygun değildi anlaşılan.
Kitapta yaşatılan Pam'in öfkesi bana biraz orantısız ve mantıksız geldi. Yalom'un çekici bir üniversite öğretim üyesini alıp onu şehvet ve öfkeyle doldurması beni bu karakterle ilgili çok tatmin etmedi. Acaba Pam Yalom için bir fantezi miydi? diye sormadan edemeyeceğim. Üniversitede kendisini baştan çıkaran hocası, kürtajdan sonra kendisini baştan çıkaran jinekoloğu, kendisi için karısını terk etmeyi reddeden iş arkadaşı/sevgilisi ve baştan çıkarma girişimini reddeden meditasyon inzivasındaki katılımcı gibi pek çok erkeğe bu kadar öfkeli olmasının gerçekçi olmadığını düşünüyorum.
Phillip, Jullius’a onun terapistliğini sevmediği halde neden ondan süper vizyon istediğini anlatıyor iki şeyden bahsediyor birincisi bir gününü anlattıktan sonra Julius’un nasıl bulduğunu sorduğunda “sıkıcı” demesi ikincisi de mezartaşı konusu mezartaşına “seksi severdi yazabilirsin” diye önermesi. “hatta köpeğinin mezartaşı da aynısı olabilir” dye de eklemesi. böylece aynı mezartaşı altında yatabilirsiniz bu iki diyalog çok büyük bir aydınlanma yaratıyor Philip de. Kitabın bu kısmından çok etkilendim çünkü en saha şefkatli bir terapinin kollarına kendimi teslim etmiş biriyim ama fark ettim ki benim yarı şefkatli terapistim de arada böyle çarpıcı sizlerle beni kendime getiriyor. Bazen hemen anlıyorum konuyu bazen anlamam yıllar sürebiliyor.
Irvin Yalom kitapları okumayı seviyorum. Kendisinin terapiye yaklaşımını da seviyorum. O nedenle kitabı elimden bırakamadım. Okumadığım 2 kitabını okumak için de sabırsızlanıyorum. Dilerim 9 Mayıs’ta bu kitabı okumama vesile öğretmenimin de katılacağı zoom buluşmasına kavuşuruz.
Sevgi ile,
ilkgün